15 Temmuz 2017 Cumartesi

Muheyyelat

MUHAYYELAT
Dayım Dursun kitap hastasıdır, ne bulursa okur. Geçenlerde Giritli Aziz Efendi’nin “Muhayyelat” adlı kitabını okudu. Keşke okumasaydı, öyle bir ruhani boyutlarda gezinmeye başla ki çevresinde bulunanlar her gün yeni bir sürprizle karşılaşır oldu.
Kitaptaki bazı sihirli kelimeleri ezberleyip okumaya başladı. Kitaptaki simyacı karakterlerden hareketle simya yazılı ne bulduysa alıp arşivlemeye başladı. Tesadüflerin peşinde koşturmaya başladı. Yolda hiç tanımadığı kişilerle diyalog kurar oldu. Mistik boyutların uçlarında dolaşırken gerçek hayatla bağ kurmakta zorlanmaya başlamıştı.
Bir gün bir alışveriş merkezinde çok sıkışıp tuvalete girdi. Çıkışta kapıya astığı ceketini unutmuş vaziyetteydi. AVM’ de biraz daha gezindi. Bir ara AVM anonsundan kendi ismine benzer bir çağrı işitti ama önemsemedi. Bir süre sonra çağrı tekrarlandı. Evet, yanlış duymuyordu; kendi isimi anons ediliyordu. Merakla danışmaya gitti. “Merhaba, Dursun……..benim” dedi. Alışkanlıkla kimliğine el attı. Dondu kaldı. Kimliği ceket cebindeydi, fakat ceketi neredeydi? Üstünü başını yokladı, sanki ceketini bulabilecekmiş gibi. Birden hatırladı, tuvalet… “Ceketim, ceketim” diye heyecanla danışmadan tuvaletleri doğru koşmaya başladı. Kendisinden daha genç ve hızlı olan güvenlik elemanı hemen ona yetişip önüne geçti. “Beyefendi bizde sizinle ceketinizle ilgili olarak konuşacaktık” dedi.
Güvenlik elemanı Dayım Dursun’u güvenlik odasına davet etti. Birlikte gittiler, dayım ceketini hemen tanıdı ve kimlik bilgilerini eksiksiz söyledi. Ayrıca cüzdanında ne kadar nakit, kaç adet kredi kartı var, banka isimleriyle açıkladı. Bilgiler doğruydu. Ceketi ve cüzdanı teslim aldı. Bir belge imzalayıp oradan ayrılırken ceketi kimin bulup getirdiğini öğrenmek istedi. Güvenlik tuvaleti temizleyen Rıza adındaki elemanın bulup getirdiğini söyledi. Dayım adamlara teşekkür edip ayrıldı.
Dayımın hedefinde ceketi bulup getiren Rıza adlı mübarek adam vardı. İki bin beş yüz lira nakit paraya el sürmemiş, karttır, carttır önemsememiş bu adamın bulunduğu yere doğru yöneldi. Rıza’yı tuvaletleri temizlerken buldu. Cüzdanından bir yüzlük çıkarmış, adama vermek üzere hazırlamıştı. “Kolay gelsin birader, Rıza sen misin” diye sorarak adama yaklaştı. Adam evet anlamında başını salladı. “Bu ceketi tanıdın mı” diye sordu dayım. Rıza baktı fakat bir yorumda bulunamadı. Dayım: “Bu senin bulup teslim ettiğin ceket” diye ceketini gösterdi. Rıza: “Evet bir ceket buldum bugün” diye cevapladı. Dayım içinden: “Ne mübarek adam, dünya malı gözünde değil” diye geçirdi. “Yüz lira nedir ki; iki bin beş yüz lira para, kredi kartları falan” diye düşünerek elindeki yüzlüğü Rıza’ya uzattı. Rıza paraya bakmadan “İstemez beyefendi” diyerek geriye doğru döndü. Dayım ne kadar teşekkür etse de, parayı vermek için güreş tutsa bile Rıza parayı kabul etmedi. Dayım da pes edip “Eğer kabul edersen senin adına bu parayı fakir birine vereceğim” diyerek duygu dolu, nemli gözleriyle oradan ayrıldı.
Dayım ne iyi insanlar var diye düşünerek otoparktaki aracını buldu. Yola çıkıp giderken bir yandan parayı kime vereceğini düşünmekteydi. Niyet ettiği için ve bu niyetinin Allah katında kayıtlı olacağını düşündüğü için borçlu kalmak istememekteydi. Adama verdiği sözü yerine getirmek onun boynunun borcuydu. “Aksi taktirde misliyle ödemek zorunda kalırım,” diye düşünüyordu. Akşam trafiği yoğunlaşmaktaydı. İlk kavşakta yolda dilenen dokuz on yaşlarında Suriyeli çocuğu gördü. Beklediği an gelmişti. Çocuk arabaya yaklaşıp elini uzatınca, dayım da cebinde hazır tuttuğu yüzlüğü çocuğa takdim etti. Çocuk yüz lirayı alınca şaşkınlıktan kaldırıma yığıldı. Dayım çocuğa “Rıza’ya dua et” der, fakat çocuk Türkçe bilmediği için anlamsızca bakmaktaydı.
Yeşil ışık yanınca dayım yoğun trafikte yavaşça hareket etti. Elinde yüzlük tutan çocuk aynı yaştaki arkadaşına elindeki parayı sallayarak dayımın arabasını gösterdi. Dayım yoğun trafikte durduğu anda artık diğer çocuk burnunun dibinde belirdi. Elini camdan uzatıp para istemektedir, ne de olsa yağlı biri vardır karşılarında. Dayım sakince “Senin arkadaşına verdim” der. Fakat çocuk ısrarını sürdürmekteydi.
Dur kalk yapan araçlar dört sıra yan yana dizili vaziyetteydi. Çocuk ta dayımın arabasının dibinde ve hiç ayrılma niyetinde değildi. Sürekli el avuç uzatmakta ve arabanın çevresinden ayrılmıyordu. Arkadaşına yüz lira veren kendisine de üç beş kuruş verir düşüncesinde olmalıydı. Dayım hareket ederken önüne geçen çocuk, dayım durduğunda camlardan birine yapışıyordu. Dayımın “git, hayır, olmaz, hayır” direnişi çocuğun hiç umurunda değildi. Dayım gittikçe mistik havasından ayrılmaktaydı. Arabanın etrafında dolaşan çocuk diğer sürücülerin de dikkatini çekmişti.
Meraklı gözlerle bakan yan araçtakilere “Az önce arkadaşına yüz lira verdim, bu da gördü peşimi bırakmıyor” diyerek derdini belli etti. Trafik açılmıyor, çocuk gitmiyor, dayım gittikçe sinirleniyordu. Dayım artık eski dayılıktan çıkmıştı. Çocuğa artık küfürler etmeye başlamıştı. Çocuk yaklaşıp dayıma aynasını kıracağını gösterip, tehdit aşamasına geçmişti. Lanet trafik, doğal tıkanıklık formatını bozmak niyetinde değildi. Çocuk bu sefer sağdaki aynaya yöneldi. Ancak dayım sağ koltuğa dayalı uzun saplı şemsiyesini görünce kapıverdi. Aynaya yaklaşan çocuğa doğru uzatınca çocuk uzaklaştı. Fakat çocuk diğer tarafa gelmiş elini uzatıp para isteğini sürdürüyordu. Bu kadar ısrar karşısında dayım da işi inadı bindirmişti. Bir süre çocuğu görmezden gelmeye çalıştı. Ancak çocuk arabanın önüne geçince dayım zıvanadan çıktı. El frenini çekip arabadan atlayıp çocuğun üzerine yürüdü. Arkasındaki araçlar dat dut yapınca çocuğu kovalamaktan vazgeçip aracına bindi.
Dayım verdiği vereceği paraya lanet ediyordu. Kendi kendisine “Ulan parayı verecek başkasını bulamadım mı? Diye söylenerek lanet okuyordu. Her zaman kördüğüm olan kavşağa iyice yaklaşmıştı. Araçlar değişik kombinasyonlarda ve değişik açılarla, kavşakta geçiş gösterisi sunuyorlardı. Dayım artık ne ağlayabiliyor ne de gülebiliyordu. Kavşakta araçlar ve arabasının etrafındaki pasaklı çocuk dönüp duruyorlardı. Dayımın bağırmaktan boğazı acımaya başlamıştı. Çocuk halinden memnundu, artık eğleniyordu. Dayımın kulaklarına kadar öfke dolu olması çocuğa sanki zevk veriyordu. Sen bana para vermezsen ben de seni çatlatırım der gibiydi. Çocuk yine aynaya yöneldi, dayım elindeki şemsiyeyle daha atik davranıp çocuğu bertaraf etti. Çocuk şimdi agresifleşmeye başlamıştı. Yerden bir şeyler alıp atar gibi yapıyordu. Çocuk kavşak kenarındaki otluk alana gidip otların arasında aranmaya başladı. Dayım “Taş alıp atacak” diye düşünüyordu. Önü açılınca çocukla muhatap olmamak için sola dönme yerine karşı boş yola doğru gazladı.
İşte olan o an oldu, dayımın arka yan camından bir patlama sesi duyuldu. Artık o çocuğu öldürmek şart olmuştu, aracını hemen sağa çekip küfürler ederek atladı. Uçarcasına kavşaktaki araçların arasında kaybolmakta olan çocuğu gördü. Artık kimse onu elinden alamazdı. Peşinden koşmaya başladı. Şimdi kavşağın gerisindeki boş yola geçmişti. Ancak son hatırladığı şey; keskin bir fren sesi olmuştu.
Dayım sonrasında kendisini yol kenarındaki otların arasında buldu. Can havliyle üzerinden gelen araçtan kurtulup yol kenarındaki otluk alana kendisini atmıştı. Uzun atlama esnasında ayağı yol kenarındaki betona takılıp paldır küldür yuvarlanıp, kafayı bir yerlere vurmadan kurtulmuştu. Sersem sersem etrafına bakında çocuk mocuk göremiyordu. Kalkıp silkinip aracının olduğu yere doğru yöneldi. O kadar kızgındı ki kulaklarından alevler ortalığa saçılıyordu
Olayın devamını dilenci çocuktan dinliyoruz:
“Kavşakta cimri adamı son gördüğümde, kavşakta uçarak otların arasında yuvarlanıyordu. Düştüğü yerden kalkıp gidinceye kadar bekledim. Arabasıyla uzaklaştığını görünce, yuvarlandığı yerdeki trafik ışıklarının olduğu yere gittim. Bu saatlerde kavşak daha yoğun oluyor, daha çok para topluyordum. Kırmızı ışıkta gelen araçlara bekliyor, yeşil ışık yanınca otluk alana sıçrıyordum. Üçüncü sıçrayışta ayaklarım dolaşıp otların arasına yuvarlandım. Kalkmak için elini attığımda yerde yumuşak bir şeye dokundum. Kahverengi bir cüzdandı bu. Heyecanla açtım, içinde iki bin dört yüz lira vardı. Birden nefesim tutuldu, elim ayaklarım titremeye başlamıştı. Birileri görür diye de çok korkuyordum. Sonra cüzdan sahibinin kimliğini buldum. Kimlikteki fotoğrafı görünce bir çığlık attım. Fotoğraftaki adam az önce para almak için peşinde koştuğum adamdan başkası değildi. Paraları cebime koydum, cüzdanı da akşam karanlığı çökerken en uzak noktaya fırlatıp uçarcasına bizim barakaya koştum.”

M. Faruk Kutlu -02017
  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder