MUHAYYELAT
Dayım Dursun
kitap hastasıdır, ne bulursa okur. Geçenlerde Giritli Aziz Efendi’nin “Muhayyelat”
adlı kitabını okudu. Keşke okumasaydı, öyle bir ruhani boyutlarda gezinmeye
başla ki çevresinde bulunanlar her gün yeni bir sürprizle karşılaşır oldu.
Kitaptaki bazı
sihirli kelimeleri ezberleyip okumaya başladı. Kitaptaki simyacı karakterlerden
hareketle simya yazılı ne bulduysa alıp arşivlemeye başladı. Tesadüflerin
peşinde koşturmaya başladı. Yolda hiç tanımadığı
kişilerle diyalog kurar oldu. Mistik boyutların uçlarında dolaşırken gerçek
hayatla bağ kurmakta zorlanmaya başlamıştı.
Bir gün bir
alışveriş merkezinde çok sıkışıp tuvalete girdi. Çıkışta kapıya astığı ceketini unutmuş vaziyetteydi. AVM’ de biraz daha gezindi. Bir ara AVM
anonsundan kendi ismine benzer bir çağrı
işitti ama önemsemedi. Bir süre sonra çağrı
tekrarlandı. Evet, yanlış duymuyordu; kendi isimi anons ediliyordu. Merakla
danışmaya gitti. “Merhaba, Dursun……..benim” dedi. Alışkanlıkla kimliğine el attı. Dondu kaldı. Kimliği
ceket cebindeydi, fakat ceketi neredeydi? Üstünü başını yokladı, sanki ceketini
bulabilecekmiş gibi. Birden hatırladı, tuvalet… “Ceketim, ceketim” diye
heyecanla danışmadan tuvaletleri doğru
koşmaya başladı. Kendisinden daha genç ve hızlı olan güvenlik elemanı hemen ona
yetişip önüne geçti. “Beyefendi bizde sizinle ceketinizle ilgili olarak
konuşacaktık” dedi.
Güvenlik elemanı Dayım Dursun’u güvenlik odasına
davet etti. Birlikte gittiler, dayım ceketini hemen tanıdı ve kimlik
bilgilerini eksiksiz söyledi. Ayrıca cüzdanında ne kadar nakit, kaç adet kredi
kartı var, banka isimleriyle açıkladı. Bilgiler doğruydu. Ceketi ve cüzdanı
teslim aldı. Bir belge imzalayıp oradan ayrılırken ceketi kimin bulup
getirdiğini öğrenmek istedi. Güvenlik tuvaleti temizleyen Rıza adındaki elemanın
bulup getirdiğini söyledi. Dayım adamlara teşekkür edip ayrıldı.
Dayımın hedefinde ceketi bulup getiren Rıza adlı mübarek
adam vardı. İki bin beş yüz lira nakit paraya el sürmemiş, karttır, carttır
önemsememiş bu adamın bulunduğu yere doğru yöneldi. Rıza’yı tuvaletleri
temizlerken buldu. Cüzdanından bir yüzlük çıkarmış, adama vermek üzere
hazırlamıştı. “Kolay gelsin birader, Rıza sen misin” diye sorarak adama yaklaştı.
Adam evet anlamında başını salladı. “Bu ceketi tanıdın mı” diye sordu dayım. Rıza
baktı fakat bir yorumda bulunamadı. Dayım: “Bu senin bulup teslim ettiğin
ceket” diye ceketini gösterdi. Rıza: “Evet bir ceket buldum bugün” diye cevapladı.
Dayım içinden: “Ne mübarek adam, dünya malı gözünde değil” diye geçirdi. “Yüz
lira nedir ki; iki bin beş yüz lira para, kredi kartları falan” diye düşünerek
elindeki yüzlüğü Rıza’ya uzattı. Rıza paraya bakmadan “İstemez beyefendi”
diyerek geriye doğru döndü. Dayım ne kadar teşekkür etse de, parayı vermek için
güreş tutsa bile Rıza parayı kabul etmedi. Dayım da pes edip “Eğer kabul
edersen senin adına bu parayı fakir birine vereceğim” diyerek duygu dolu, nemli
gözleriyle oradan ayrıldı.
Dayım ne iyi insanlar var diye düşünerek
otoparktaki aracını buldu. Yola çıkıp giderken bir yandan parayı kime
vereceğini düşünmekteydi. Niyet ettiği için ve bu niyetinin Allah katında
kayıtlı olacağını düşündüğü için borçlu kalmak istememekteydi. Adama verdiği
sözü yerine getirmek onun boynunun borcuydu. “Aksi taktirde misliyle ödemek
zorunda kalırım,” diye düşünüyordu. Akşam trafiği yoğunlaşmaktaydı. İlk
kavşakta yolda dilenen dokuz on yaşlarında Suriyeli çocuğu gördü. Beklediği an
gelmişti. Çocuk arabaya yaklaşıp elini uzatınca, dayım da cebinde hazır tuttuğu
yüzlüğü çocuğa takdim etti. Çocuk yüz lirayı alınca şaşkınlıktan kaldırıma
yığıldı. Dayım çocuğa “Rıza’ya dua et” der, fakat çocuk Türkçe bilmediği için
anlamsızca bakmaktaydı.
Yeşil ışık yanınca dayım yoğun trafikte yavaşça
hareket etti. Elinde yüzlük tutan çocuk aynı yaştaki arkadaşına elindeki parayı
sallayarak dayımın arabasını gösterdi. Dayım yoğun trafikte durduğu anda artık
diğer çocuk burnunun dibinde belirdi. Elini camdan uzatıp para istemektedir, ne
de olsa yağlı biri vardır karşılarında. Dayım sakince “Senin arkadaşına verdim”
der. Fakat çocuk ısrarını sürdürmekteydi.
Dur kalk yapan araçlar dört sıra yan yana dizili
vaziyetteydi. Çocuk ta dayımın arabasının dibinde ve hiç ayrılma niyetinde
değildi. Sürekli el avuç uzatmakta ve arabanın çevresinden ayrılmıyordu.
Arkadaşına yüz lira veren kendisine de üç beş kuruş verir düşüncesinde
olmalıydı. Dayım hareket ederken önüne geçen çocuk, dayım durduğunda camlardan
birine yapışıyordu. Dayımın “git, hayır, olmaz, hayır” direnişi çocuğun hiç
umurunda değildi. Dayım gittikçe mistik havasından ayrılmaktaydı. Arabanın
etrafında dolaşan çocuk diğer sürücülerin de dikkatini çekmişti.
Meraklı gözlerle bakan yan araçtakilere “Az önce
arkadaşına yüz lira verdim, bu da gördü peşimi bırakmıyor” diyerek derdini
belli etti. Trafik açılmıyor, çocuk gitmiyor, dayım gittikçe sinirleniyordu.
Dayım artık eski dayılıktan çıkmıştı. Çocuğa artık küfürler etmeye başlamıştı.
Çocuk yaklaşıp dayıma aynasını kıracağını gösterip, tehdit aşamasına geçmişti.
Lanet trafik, doğal tıkanıklık formatını bozmak niyetinde değildi. Çocuk bu
sefer sağdaki aynaya yöneldi. Ancak dayım sağ koltuğa dayalı uzun saplı
şemsiyesini görünce kapıverdi. Aynaya yaklaşan çocuğa doğru uzatınca çocuk
uzaklaştı. Fakat çocuk diğer tarafa gelmiş elini uzatıp para isteğini
sürdürüyordu. Bu kadar ısrar karşısında dayım da işi inadı bindirmişti. Bir
süre çocuğu görmezden gelmeye çalıştı. Ancak çocuk arabanın önüne geçince dayım
zıvanadan çıktı. El frenini çekip arabadan atlayıp çocuğun üzerine yürüdü. Arkasındaki
araçlar dat dut yapınca çocuğu kovalamaktan vazgeçip aracına bindi.
Dayım verdiği vereceği paraya lanet ediyordu.
Kendi kendisine “Ulan parayı verecek başkasını bulamadım mı? Diye söylenerek
lanet okuyordu. Her zaman kördüğüm olan kavşağa iyice yaklaşmıştı. Araçlar
değişik kombinasyonlarda ve değişik açılarla, kavşakta geçiş gösterisi
sunuyorlardı. Dayım artık ne ağlayabiliyor ne de gülebiliyordu. Kavşakta
araçlar ve arabasının etrafındaki pasaklı çocuk dönüp duruyorlardı. Dayımın
bağırmaktan boğazı acımaya başlamıştı. Çocuk halinden memnundu, artık
eğleniyordu. Dayımın kulaklarına kadar öfke dolu olması çocuğa sanki zevk
veriyordu. Sen bana para vermezsen ben de seni çatlatırım der gibiydi. Çocuk
yine aynaya yöneldi, dayım elindeki şemsiyeyle daha atik davranıp çocuğu
bertaraf etti. Çocuk şimdi agresifleşmeye başlamıştı. Yerden bir şeyler alıp
atar gibi yapıyordu. Çocuk kavşak kenarındaki otluk alana gidip otların
arasında aranmaya başladı. Dayım “Taş alıp atacak” diye düşünüyordu. Önü
açılınca çocukla muhatap olmamak için sola dönme yerine karşı boş yola doğru
gazladı.
İşte olan o an oldu, dayımın arka yan camından
bir patlama sesi duyuldu. Artık o çocuğu öldürmek şart olmuştu, aracını hemen
sağa çekip küfürler ederek atladı. Uçarcasına kavşaktaki araçların arasında
kaybolmakta olan çocuğu gördü. Artık kimse onu elinden alamazdı. Peşinden
koşmaya başladı. Şimdi kavşağın gerisindeki boş yola geçmişti. Ancak son
hatırladığı şey; keskin bir fren sesi olmuştu.
Dayım sonrasında kendisini yol kenarındaki
otların arasında buldu. Can havliyle üzerinden gelen araçtan kurtulup yol
kenarındaki otluk alana kendisini atmıştı. Uzun atlama esnasında ayağı yol
kenarındaki betona takılıp paldır küldür yuvarlanıp, kafayı bir yerlere
vurmadan kurtulmuştu. Sersem sersem etrafına bakında çocuk mocuk göremiyordu.
Kalkıp silkinip aracının olduğu yere doğru yöneldi. O kadar kızgındı ki kulaklarından
alevler ortalığa saçılıyordu
Olayın devamını dilenci çocuktan dinliyoruz:
“Kavşakta cimri adamı son gördüğümde, kavşakta uçarak
otların arasında yuvarlanıyordu. Düştüğü yerden kalkıp gidinceye kadar
bekledim. Arabasıyla uzaklaştığını görünce, yuvarlandığı yerdeki trafik
ışıklarının olduğu yere gittim. Bu saatlerde kavşak daha yoğun oluyor, daha çok
para topluyordum. Kırmızı ışıkta gelen araçlara bekliyor, yeşil ışık yanınca
otluk alana sıçrıyordum. Üçüncü sıçrayışta ayaklarım dolaşıp otların arasına
yuvarlandım. Kalkmak için elini attığımda yerde yumuşak bir şeye dokundum.
Kahverengi bir cüzdandı bu. Heyecanla açtım, içinde iki bin dört yüz lira
vardı. Birden nefesim tutuldu, elim ayaklarım titremeye başlamıştı. Birileri
görür diye de çok korkuyordum. Sonra cüzdan sahibinin kimliğini buldum.
Kimlikteki fotoğrafı görünce bir çığlık attım. Fotoğraftaki adam az önce para
almak için peşinde koştuğum adamdan başkası değildi. Paraları cebime koydum,
cüzdanı da akşam karanlığı çökerken en uzak noktaya fırlatıp uçarcasına bizim
barakaya koştum.”
M. Faruk Kutlu -02017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder