Salonda açık
duran laptop ekranında gezinmekteyim. Şimdi facebook sayfamdayım. Mesaj
bölümünde aniden bir yazı belirdi. “Merhaba nasılsınız.” “İyiyim
siz nasılsınız.” Bir hanımefendi iyi günler diliyor cevap vermek olmazdı. Sonra
devamı geldi, “ben Kadıköy’deyim, siz neredesiniz?” merak edip profiline
baktım, balık eti bir hanım, öğretmen Kenan abimizle ortak arkadaşımız. Cevap
yazdım “Kumburgaz’dayım.” “Kadıköy’e gelin de bir rakı balık yapalım.” İçimden
bir “gurk” sesi geldi. Sosyal medyaya girdim gireli böyle bir teklif
almamıştım.
Kazandan dönenin kaşığı kırılsın gibi bir
atasözüyle klavyeye döndüm. “Yolum biraz uzak, oraya gelmem birkaç saati bulur”
diye yazdım. Cevap kışkırtıcıydı: “Ben zaten banyoya girip hazırlanacağım, daha
çok vaktimiz var.” Kadıköy’de rakı balık için banyo, köpük v.s. düşünceleriyle uçarak
giyinmeye başladım.
Kumburgaz’dan Kadıköy’e gidiş için en kısa
yolları düşünmeye başladım. Cep trafikten kırmızı yeşil çizgilere baktım. Ve
kendimi sıkışık bir halk otobüsünde buldum. Akbil basıp yola koyuldum. Kazasız
belasız Beykent tepesindeki metrobüs durağında indim. Oturma kuyruğunu boşver
diyerek, aralardan sıyrılıp ayakta duracak konforlu bir yer buldum kendime.
Balık eti, rakı, balık ve ve ve… Sonra ne gelecek, ben ne yapacağım? Elim
ayağım titremeye başladı. “Telaşı bırak oğlum, günün tadını çıkar” diye
düşündüm. Bu arada metrobüs durakları aştıkça daha çok yolcu giriyordu ve benim
konforlu alanım gittikçe daralıyordu. Bir sonraki durakta çocuk arabalı hanım
ve yanındaki görümceleri olduğunu sonraki konuşmalardan öğrendiğim yedi kişi
bulunduğum alanı tamamen kapladılar. Boğulmak üzereyken “Neredesiniz” mesajı
belirdi. Balık eti hanımdan geliyordu. İçimde bir titreme ve rahatlık çöktü.
Demek bekleniyordum. “Yoldayım, bir saate kadar Kadıköy’e geçerim.” diye
yazdım.
Yazdım yazmasına ama söylediğim saatten bir saat
sonrasında hedefe ulaşmıştım. Buluşacağımız restoran, falan yol boyunca
aramızda yazışılmış ve atılan konumdan da yeri kolayca bulmuştum. Balık eti
hanımla facebook resimlerimizden birbirimizi hemen tanıdık. “Çok beklettim mi”
diyerek elini sıktım. “Hayır canım, ben de şimdi geldim” dedi.
Rakılar balıklar söylendi, muhabbet başladı. Hoş
bakışlı, konuşkan biriydi. Benim ilk başlardaki çekingenliğimi atmam kısa
sürdü. Balık eti hanımla kendimi banyoda düşünmeye başlamıştım. Balık eti
hanımın hafif dekolte giysisi gözlerimi ara sıra o tarafa odaklıyordu. Tabi
hanımefendi de arada bir eliyle oralarını yukarı çeker hallerine giriyordu.
Muhabbet güzeldi, ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. “Sosyal medya gerçekten
çok yararlı bir şey” diye düşünerek Balık eti hanımın gözlerinden,
dudaklarından girip uzun seyahatlere çıkıyordum. Fakat daha fazla masanın bu
tarafında kalamazdım. Balık eti hanımın yanına bir an önce geçmeli, ufak
hamlelerle ona yanaşmam gerekiyordu. Pat diye kalkıp yanına geçmem çok
nezaketsiz olur düşüncesiyle bir plan yaptım. Lavaboya gideceğim diye kalkacak,
dönüşte yanına oturacaktım.
(Sonrasını balık eti hanım efendiden dinleyelim)
Facebook’ta bulduğum salak geldiğinde eli ayağı
titriyordu. Biraz onu rahatlattıktan sonra yiyip içmeye başladık. Saf biri
olduğunu hemen anladım, ilk defa böyle bir çağrıya koşarak geldiği belliydi.
Böyle tipler aranıp da bulunmayan tiplerdendi. Çünkü bunlardan kurtulmak daha
kolaydı. Güzel yemiş içmiş ve bu salaktan kurtulmanın planını uygulayacağım
anda beni rahatlatacak hareket karşı taraftan gelmişti. Lavaboya gitmek için
izin istedi. İzinler senin olsun canımın içi. Sallanarak, bir iki boş
sandalyeye çarparak küçük koridorda gözden kayboldu. Bende hafice toplandım,
çantamı alıp çakırkeyif vaziyette restorandan dışarı çıktım. Hafif bir yağmur
başlamıştı. İnternette yazıyordu, şiddetli yağış bekleniyormuş.
Evet sahiden Kumburgaz neredeydi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder